15 Mayıs 2009 Cuma

Pablo Neruda

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar,müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşamayanlar.
Yavaş yavaş ölürlerHeyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.

25 Şubat 2009 Çarşamba

film - Azuloscurocasinegro (koyumavisiyahayakın)






2006 İspanyol yapımı , karakter üzerinden yapılmış bir dram.. Çıkmazlar içinde olduğu hayatında arayışlar arayan ama hayatın gerçeklerine kilitlendiği için duygusal yönünün ön plana çıktığı Jorge karakterinin çevresinde dönen bütün olaylar...
Bazen samimi,bazen hüzün,bazen kara mizah şeklinde işlenmiş.
İstediğimiz hayat herzaman istediğimiz gibi gitmiyor ve hayatın iyi kötü süprizlerle bir şekilde ilerlediğini anlıyoruz... Güçlü erkek karakteri inişli çıkışlı birçok değerleriyle işlenmiş..Sevgi acılardan arınmanın en büyük değeri olmuş.Filmde tüm karakterleri çok seveceksiniz çünkü duygularıyla ön planda tutulmuş..
Eğer birşeylerin değişmesini istiyorsanız bunu kendiniz denemelisiniz...

film - Revolutionary Road



Amerikan Güzeli'nin yönetmeni Sam Mendes'in yaklaşık 10 senelik bir aradan sonra hayatlarımızı ve ilişkilerimizi anlatan, eleştiren dördüncü yeni filmi Revolutionary Road... Tarzı, insan kavramının değişikliğini ve sahip olduğu değerler içindeki değişimini en iyi şekliyle gerçekleri acımasızca işleyerek anlatmış.. Sonu trajedi ile son bulan filmde yaşananlar, hayatta sahip olduklarımızla yaşamayı seçmek ya da hep varolan hayallerimizin peşinden gitmeyi arzulamak üstüne. Amerikan kültürünün yaşamına göre anlatılan filmden çıkarılcak fazlasıyla ders var. Oyunculuklar için söze gerek yok. Hayaller, yalanlar, gerçekler,statüler ve zaman üstüne müthiş bir dram...
Asıl gerçekdışı olan şu an yaşadığımız hayat.
Mantıksız olan,aklı başında olan her adamın hoşlanmadığı bir işte yıllardır çalışıp,
her gün bu gerçeği taşıyarak eve gelip yine aynı gerçeklerden bıkmış karısıyla birlikte yaşamaması.
Bunun en kötü yanı nedir biliyor musun?
Buradaki yaşamımızın tümü önceden belirlenmiş standartlarda özel ve seçkin olduğumuz gerçeğine dayanıyor.
Ama sandığımız gibi değiliz.
Hiç kimseden bir farkımız yok.
Bize bak. İkimiz de aynı saçma hayal ile yaşıyoruz.
Ve biz harekete geçmeyerek birbirimizi cezalandırıp duruyoruz.

5 Şubat 2009 Perşembe

uyku - ( jehan barbur )

Her uyku bir iyileşme, aklileşme, sakinleşme, kabullenme,temizlenme,fıtrata sığma, bedene oturtma,fazlalıkları aldırma,değişme,devşirme,tükenme,günü bitirme,yenidenliğe geçiş;her başlangıç bir son,her son bir hatıra ve zamanın kifayetsiz tekrarı,nereye döneceğini bilemediğin bir yerde kendini bırakmışlık,birden fazla sen,yüzü bellisiz kalabalıklar ve tabiri kayıp rüyalar.Akılda kalmış binlerce soru ve birikintinin ışığa kavuştuğu an ve her uyanışla beraber uykunun çürümeye yüz tutmuşluğu;unutkanlık, kavuştuğu an ve her uyanışla beraber uykunun yüz tutmuşluğu; unutkanlık,yok sayma,geçiştirme,umarsızlık...

Her hatırlama bir uyanış,acı,bilginin kesif gerçekliği,akli denge;her uyanış yeniye alışamama, kanıksama sancıları,yeni sen,yeni ben,yüz yüze gelebilmenin kokuşmuş tekrarı. Her uyanış uykuyu geri isteme sancısı sığınma, alışılagelme ve yok sayılma;gerçekle izafinin arasına sıkışmış adsız yolculuk,içinde ne taşıdığını bilemeyen yolcu,manasızlık,ehemmiyetin tartışırlığı,her şeyin aynıdanlığı, önemsizlik,gündeliğin kayganlığı,boş bir gün, boşluğun telaffuz fakirliği,anlam zenginliği...nefes!
Her uyku tek gecelik ölüm, her gecelik ölümün tekrarı;rüyalarla gıyabına uzattığın hayat bağları,içselliğin, geçmişin,isteklerin, istemediklerin,nüksediş, yansıyış,şekil değiştiriş,zamanın yokluğu,boşluk,kesit kargaşası,rüya,hülya...


jehan - 2008

Jehan Barbur 1980’de Lubnan/Beyrut’ta dogmuş ,yumuşak ,tatlı sesli bir vokaldir. Yeni çıkarttığı Uyan adlı albümü, oldukça güzel sözleri ve melodileri ile hoş dinlenesidir.
Huzurla ve sakince...

26 Ocak 2009 Pazartesi

Ecm


Ecm Production Almanya Münih'te bulunan bir plak şirketidir. Kurulumu 1969 olmakla birlikte çağdaş müziğin en önemli temsilciliğini yapan firmalardan biridir.. Arşivinde çok önemli müzisyenlere yer ayırmaktadır. Müziğe farklı bir boyut kazandıran Ecm ; klasik, jazz ve etnik ağırlıklı çalışmaları ile bu konumdaki prestijini her geçen gün yükseltmiştir. Albüm kapaklarındaki tasarımların estetik görünümlerine ayrı güzellik kattığı Ecm , popüler müziğin ötesinde kendine özgün yanı ile zor bir müzik olduğunu söyleyebilirim..Ecm kayıtlarından çıkmış sanatçıları zaman zaman sizlerle paylaşacağımı belirtirim..

25 Ocak 2009 Pazar

Mickey Rourke




The Wrestler (güreşçi) filminde oyunculuğunu müthiş sergilemiş aktördür kendisi.. 80 li yıllara damgasını vurmuş güreşçinin hayatını anlatmıştır.
Yıllardır garip bir hayatı vardır kendisinin. 1987 de çektiği Barfly filminde çok sevdiğim yazarlardan Charles Bukowskinin Henry Chinaski karakterini oynamıştır. Kendisi serseri ve ayyaş olmayı çok sevmiştir.Henry Chinaski karakteriyle çok benzeşir.Zamanında kızların hem çok sevdiği hemde nefret ettiği karakterdir.Yine aynı dönemde Angel Heart ( Şeytan Çıkmazı ) filminde oyunculuğunu ispatlamıştır. Motor meraklısıdır..1991 de Harley Davidson and the Marlboro Man filmiyle çıkışını sürdürmüştür.. Oynadığı bir sürü filminin yanı sıra hayatını istediği gibi yaşayan aktörlerdendir. Kendisi boksördür ve yediği dayaklardan dolayı suratının dağılması onun büyük değişimlerinden biridir.. Başlı başına ekoldür. Oldukça karizmatiktir. Yaşlanmasına ve çalkantılı bir hayatı olmasına rağmen oynadığı son filmde yine oyunculukta ön plana çıkmayı başarmıştır..

23 Ocak 2009 Cuma

baştan ve sondan...

aman yaa..
kendine geL.
yarın sabah olacak tekrar...
anna ve otto'nun ki gibi...
herzaman baştan ve sondan söylendiği gibi...

yeniden.
aynı işte.

belkide farklı...

Korkmak ve görmek..

Korktum.
Nasıl bir şeyle karşılaşağımı bilemeden adım atarak hep korktum..
Bazen insan kendi aklının labirentlerinde kaybolur.
Görmen gerekir..
Ve gördüğünle yaşarsın ve korkmazsın...
Görmen gerekir sadece...

13 Ocak 2009 Salı

film - Benjamin Button






Mükemmel ötesi...
Son zamanların en iyilerinden...




Yaratıcılığı, farklı şekillerde içimizden geçip gitmesi film boyunca.
İçimizde yaşayan herşeyi , zaman kavramıyla fantastik bir şekilde anlatmış yönetmen David Fincher..
Bittiğinde sizi sarstığı için için sinir oluyorsunuz ama bir taraftanda hatırlattığı için teşekkür ediyorsunuz...









Bizi neyin beklediğini asla bilemeyiz.
Bazen çarpışma noktasındayızdır ama farkına
varmayız.
Hayat ,kimsenin kontrol edemediği yaşamların ve olayların kesişiminden ibarettir...
Olaylar karşısında son derece kızabilirsin.
Küfredebilir, kadere lanet okuyabilirsin...
ama yolun sonuna geldiğinde...
her şeyi bırakmak zorundasın.
Bazı insanlar,nehir kıyısında oturmak için doğar
Bazılarına yıldırım çarpar.
Bazılarında müzik kulağı vardır.
Bazıları sanatçıdır.
Bazıları yüzer.
Bazıları düğmelerden anlar.
Bazıları Shakespeare'ı bilir.
Bazıları annedir.
Ve bazıları, dans eder.

11 Ocak 2009 Pazar

Charles Bukowski (1920 - 1994)

20.yy edebiyatına kendine özgü tavrı ile katılmış bir yazardır Bukowski. En önemlisi kendi yaşamı içinden söz almasıdır. Zaman zaman bilinçli zaman zaman acımasız bir tavrı ile yaşamı boyunca kişisel başkaldırısını törpülemeden ,yazarlık ve aydın kimliğini kendi doğruları ile sunmayı başarmıştır. Ekmek arası romanı; Gorki'nin Çocukluğum ,Dostoyevski'nin Suç ve Ceza, Kosinski'nin Boyalı Kuş,Genet'nin Hırsızın Günlüğü romanlarının yanında yer alır..

Toplumun en alt kesimini acılarıyla ve gerçekleri ile anlatır. Toplumun içinde hakim kültüre ve ahlak değerlerine aykırı ,sisteme ayak uyduramayan karakter onun romanlarının kahramanlarıdır.

'' Kuşkusuz sokakta yaşayanlarının arasında da çok iyi insanlar vardır.Ve onlar zavallı falan değillerdi,yalnızca sistemin dişlileri arasındaki yerlerini almamışlardı... Sınırları reddederek özgür yaşayan , ama yine de başını sokacak bir ev bulabilenlerin sisteme karşı önemli bir zafer kazandıklarını rahatlıkla söyleyebilirim.''

Bukowski ayyaş,pis ve zen kayıtsızlığıyla anıldığı ölçüde de ahlaksız olarak bilinir. Sanatı benzersiz ruhu ile farklı bir dünyayı anlatarak gerçekliğin sözcülüğünü yapmıştır.Yazar olarak kendini edebi anlamda var etmeyi başarmıştır.

''Kötü çocuklar onlar'' derdi babam.''Fakir ailelerin çocukları'' Evet diye katılırdı annem. Annemle babam zengin olmayı arzuladıklarından kendilerini öyle görüyorlardı''

Kadınlara karşı kurduğu dünya ise romanlarında nefretten aşka kadar herşeyi ile varolmayı başarmıştır..

''Kadınlar her yere yanlarında aynayla gitmekten vazgeçtiklerinde bana kadın haklarından söz edebilirler belki''

Yaşamını farklı tüketmiştir ve kendi gibi olmayı başarmıştır. Kendini izlemiştir ,kendinden kaçmamıştır ve kendi gibi ölmüştür...

''Genellikle yaşamın en güzel bölümleri hemen hiçbir şey yapmadığınız anlardır. Vaktinizi tümüyle ense yaparak geçirirsiniz.Her şeyin anlamsız olduğunu fark ettiğiniz zaman,bunun ayrımına varmış olmanız yaşamınızı anlamsız olmaktan kurtarır aslında. Ne demek istediğimi anlıyormusunuz? Benimkisi iyimser kötümserlik.''

Stradivarius

Stradivarius, telli çalgılarda ve özellikle kemanda, Antonio Stradivari ve ailesinin bir markasıdır.
18. yüzyılda ürettikleri keman ,viyola ,viyolonsel,arp, çello gibi 1000'in üstünde enstrüman üretip bir marka olmuşlardır. Günümüze kadar yaklaşık 700 tane enstrüman olduğu sanılmakla birlikte 2006 da bir keman 3.54 milyon dolara satılmıştır. Bu rakam geçenlerde bana gelen bir yazıda dikkatimi çekip bu araştırmayı yapmıştım..
ve güzel yazı...

Metrodaki kemancı...

Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.

Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.
Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.

Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.

En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.

Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.

Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...

Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi...
Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise, dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup, dinleyecek bir dakikamız dahi yoksa, başka neleri kaçırıyoruz acaba?

7 Ocak 2009 Çarşamba

film - seven pounds




Gabriele Muccino...
İtalyan bir yönetmen...
Dramı güzel işleyen tarzı ile...
The Pursuit of Happyness (umudunu kaybetme) üstüne yine bir Will Smith çalışması seven pounds ile...

Will Smith..
Bu iki filmde beni şaşırtan eskiden sevmediğim adam... Avrupadan Amerika kültürüne sekmiş Gabriele Muccino filmleri ile karakter oyunculuğu başarıyla benimsemiş siyah adam...

Acı , kayıp, yaşam,iyi,kötü ,görmek ve bakmak üzerine...
Süprizlerle dolu bir hayatı ,dram ve durağanlıkla sunmuş Gabriele Muccino...

'' Neden ben?''
''Çünkü sen iyi birisin.''
''İnsanlarin seni izledigini görmedigin zamanlarda bile.''

4 Ocak 2009 Pazar

iki tavşan -( minima moralia ,sayfa 208 )

Bir şarkı,kendimi bildim bileli mutluluk verdi bana:'Dağ ile derin,derin vadi arasında' diye başlıyor ve çayırda serilmiş yatarken bir avcı tarafından vurulan ve hala canlı olduklarını anlayınca da hemen oradan tökezleyerek kaçmaya çalışan iki tavşanın öyküsünü anlatıyordu.Ama kıssadan hisseleri ancak çok sonraları çıkarabildim. Sağduyu ancak umutsuzlukta ve uç durumlarda sürdürebilir varlığını; nesnel çılgınlığa kurban gitmemek için saçmalık gerekir.Örnek alınmalı o iki tavşan. Ateş edildiği anda kendini yere at,korkudan sersemlemiş bir halde bekle ve aklını başına toparlar toplamaz da halin kaldıysa bütün gücünle tabanları yağla.Korku kapasitesiyle mutluluk kapasitesi birdir:Deneyime sınırsızca açık olmak ,sırtı yere gelenin kendini yeniden keşfettiği o kendini bırakma yaşantısına denk düşer.Varolan karşısında duyulan ölçüsüz bir kederle ölçülmeseydi mutluluğa mutluluk denebilir miydi? Çünkü ağır hastadır dünya.Ona temkinli bir tavırla kendini uyarlayan,sırf böyle yapmakla onun çılgınlığına da katılmış olur;oysa egzantrik kişi direniyor ve dünyaya ''yeter kes artık! '' diyebiliyordur.Felaketin yanılsamalı niteliği üzerinde ,'umutsuzluğun gerçek dışılığı'' üzerinde durup düşünebilen ve sadece kendisinin hala canlı olduğu değil,dünyada hala yaşam olduğunu fark edebilen de sadece odur.Donup kalmış tavşanların kurnazlığı,kendileriyle birlikte avcıyı bile kurtarır: Kaçarken onun suçluluğunu da aşırmışlardır.

müzik üstüne.. (film - Tous les matins du monde)

-Bayım, kötü çalmamıştınız.
-Vücudun pozisyonunu biliyorsunuz, duygulu bir biçimde çalıyorsunuz.
-Yayı iyi kullanıyor, viyolanın üzerinde uyumlu bir şekilde gezdiriyorsunuz.
-Notaları ustaca kullanıyorsunuz...
-ve bazen de sevimli, ama ben müziği duyamadım.
-Dans eden insanlar için çalabilir,sahnedeki şarkıcılara eşlik edebilirsiniz.
-Yazdıklarınız beğenilir ve kimse sizi eleştirmez.
-Hayatınızı kazanırsınız...
-müzik yapmadığınız hayatınızı,ama bir müzisyen olamazsınız.
-Hissedebilmek için bir kalbiniz var mı?

hiçbir şey

hiçbir şey değilim.
hiçbir şey olmayacağım.
bir şey olmayı isteyemem.
ancak , dünyanın bütün düşleri var bende.

1 Ocak 2009 Perşembe

film - once ( bir zamanlar)


Doğal içten ve çok yakın. Mükemmel müzikler. Film gibide değil. Kamereya yansımış yeryüzündeki insanlar. Ben sen siz onlar bunlar.
Ben de herkes gibi,hayatımı kazanmaya çalışıyorum.
Aslında ikimiz de aynı takımdayız,haklısın dostum, özür dilerim.


"Yüzeye doğru kazıyorum şimdi."
"Ve işleri yoluna koymak için uğraşıyorum."
"Çok fazla şey yanlış anlaşıldı."
"Ve bu gizem sadece şüphe getiriyor. "Ve bu gizem sadece şüphe getiriyor."
...elimi tutmak için uzandığında."
''Eğer söyleyecek bir şeyin var ise...
...şimdi söylersen, iyi edersin."
''Çünkü, işte beklediğin an geldi.''
"Berabere bitirmek için,istediğin fırsat."
"Gölgeler düştüğü vakit üzerime..."
"...kazanacağım ben bir şekilde."
"Çünkü melekler söyledi bana..."
"...hiç olmadığım kadar yakınmışım Tanrı'ya."
"Bu yüzden, varsa söyleyeceğin bir şey..."
"...şimdi söyle bana."

"Özgür olmak istiyorum."
"Kendim olmak istiyorum."
"Olduğun gibi ol istiyorum."
"Sen de ister misin olduğum gibi olayım?"
"Sanırım istersin..."
...sanırım istersin!"